Beden; insan yaşamının doğadan, dolaysız deneyimden koparılarak icat edilmiş söylemsel kategorilere ve gerçeklik rejimlerine göre baskı altına alındığı, şeyleştirildiği ve biçimlendirildiği ve adına da uygarlaşma, kültür, bilim, teknoloji, gelişme ve ilerleme denen tahakküm ve şeyleşme sürecinin hem hedefi hem de ürünü olmuştur. Doğadan kopmanın ve sembolik kültürün icadıyla başlayan bedenin bu makûs tarihi, insani varoluşun esas boyutu olan bütüncül bedenleşme deneyiminden bedenin bir şeye, nesneye, kategoriye, sembole, metafora, yüzeye ve organizmaya indirgenmesi sürecini ifade etmektedir. Bildiğimiz hâliyle beden ve bedenleşme deneyiminin neliği ve nasıllığını açıklayan teorizasyon projesi bütünüyle sosyo kültürel bilimsel söylem, pratik ve kurumların etkileşimsel yapılandırmasının bir neticesidir.
“Bedenlerin ve deneyimlerin gerçekliğini dışa vuran temsillerin temelindeki söylem ve gerçeklik rejimlerinin kimlerin bedenlerine, deneyimlerine, inisiyatiflerine ve çıkarlarına dayandığı” sorusundan hareketle eleştirel, feminist, fenomenolojik ve pragmatist yaklaşımlar çerçevesinde beden ve bedenleşme deneyiminin yapılandırılma serüvenini ele alan bu kitap, söylemsel biçimlendirmeden kaçılamayacağını ileri süren postmodern teslimiyetçi yaklaşımdan farklı olarak bedenleşme deneyiminin direniş ve öz belirlenim potansiyelinin ve failliğinin arkasında durur. Çünkü beden, varoluşsal özelliklerimizin tümünün eş zamanlı ve etkileşimsel olarak örümlendiği ve ancak yapay bir düzlemde ayrıştırılabileceği bütüncül bir deneyimdir. Hiçbir söylem, bedenleşme deneyimlerini bütünüyle zapt edemez. Bedenleşmenin deneyimsel boyutu her zaman söylemi sorgulayabilecek, alaşağı edebilecek ve kendi gerçekliğini ortaya koyabilecek bir faillik potansiyeli barındırır.