Globalleşme süreci ile birlikte biriken sermaye küresel bir hâl almaya ve serbestçe dolaşmaya başladı. Sermayenin kapalı alandan kurtularak ulusal sınırların dışına yayılmaya başlaması ile yaşanan süreçte, sermayenin önündeki tüm engeller kalktı. Bu engellerin ortadan kalkması ile birlikte 1990'lı yıllarda, dünya finans sektöründe küreselleşme ve şeffaflaşma sürecinin finansal teknik ve araçlarda yarattığı gelişim, yaşanan krizlere de farklı bir boyut kazandırdı. Bilgi teknolojilerindeki gelişmelerin finans sektörü üzerinde yarattığı etki, sermaye akımlarının hızlanmasını kolaylaştırdı. Aynı zamanda bu etki, krizlerin yaygınlaşmasında da hızlandırıcı bir rol oynadı. Dolayısıyla bir ülkede başlayan krizin hızla yayılarak diğer ülkelere sıçraması küreselleşmenin ürettiği doğal -olumsuz- sonuçlardan biri hâline geldi. Bu durumun en bariz örneği 2007 yılının ortalarında ABD'de gayrimenkul sektöründe yaşandı. Burada ortaya çıkan problemler, 2008 yılının sonlarına doğru büyük çaplı bir finansal krize dönüşerek Avrupa ülkeleri başta olmak üzere pek çok ekonomiyi derinden etkiledi. Finans piyasalarından sonra reel sektörü de etkisi altına alan kriz, makroekonomik göstergeleri şiddetli bir biçimde bozdu. Mortgage krizi olarak başlayan kriz, daha sonraları likidite krizine dönüşerek bankaların kendi faaliyetlerini döndürecek finansmanı bulamadıkları, bu nedenle oluşan güven problemi sonucu hiçbir kuruluşun diğer kuruluşlara borç vermediği bir niteliğe büründü. Hâl böyleyken, küresel kriz tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'deki bankacılık sistemini de etkiledi. Bu kitapta, Türkiye'deki -aynı düzenlemelere tabi olan ancak farklı çalışma prensiplerine sahip- mevduat ve katılım bankacılığından oluşan dual bankacılık sisteminin krizden nasıl etkilendiği açıklanmaya çalışılacaktır.